Sırat köprüsü, cehennemin karanlık ve dev alevleri üzerinde kurulmuş kıldan ince ve kılıçtan keskin bir köprüdür. Allah-u Teâlâ Kuranı Kerim’de şöyle buyuruyor: “İçinizden oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu, Rabbinin kesinleşmiş hükmüdür. Sonra biz kötülükten sakınanları kurtarırız, zalimleri de diz üstü çökmüş halde orada bırakırız.” (Meryem 71-72)
Bu ayeti kerimden de anlaşılacağı üzere, bu köprüden mümin, münafık, günahkâr ve kâfir herkes geçecektir. Çünkü cennetin yolu sırat köprüsünden geçiyor. Cennete giden de, cehenneme düşen de bu köprüye uğrayacak. Sırat köprüsünün iki tarafına konulmuş kancalar, oradan geçmeye sevapları yetmeyen kimseleri Allah’ın emriyle çekip cehenneme düşüreceklerdir. Günahları olan ancak sevapları daha ağır gelenler ise, günahları sebebiyle hırpalanıp yara almış olsalar dahi sıratı geçebileceklerdir.
Müminlerin cennete cehennem üzerinden geçmesindeki hikmetine gelince, sevinçlerinin fazlalaşması, kurtuldukları için şükürlerinin artması ve kâfirlerin üzüntülerinin çoğalmasıdır. Çünkü dünyada düşman sayıp zulmettikleri müminlerin kurtulup kendilerinin cehenneme atılmaları onlar için azap üzerine azap olacaktır.
Bir hadisi şerifte Efendimiz (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Mahşerde muhakeme ve muhasebe işlerinden sonra cehennemin üzerine bir köprü kurulur ve Allahu Teâlâ şefaate izin verir. Müminler; “Ya Rab! Selamet ver, esenlik ver de kurtulalım” diye dua eder durur. Sahabeden birisi “Ya Rasulallah! Köprü nedir?” diye sorduğunda Allah Rasulü: “Kaygan bir yoldur. Orada kancalar, çengeller ve sert dikenler vardır. Müminler amellerine göre, kimi göz açıp kapayıncaya kadar, kimi şimşek gibi, kimi rüzgâr gibi, kimi yarış atı gibi, kimi de deve gibi süratle geçerler. Müminlerden kimi sapasağlam kurtulur, kimi de hırpalanmış yaralı olarak salıverilir. Kimileri de cehennemin ateşi içerisine dökülür.” (Buhari)
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Şanı yüce olan Allah, (mahşer günü) insanları bir araya toplar. Mü’minler ayağa kalkarlar ve Cennet kendilerine yaklaştırılır. Âdem aleyhisselâm’a gelirler ve derler ki:
- Ey babamız! Bize Cennetin açılmasını iste! Âdem der ki: - Sizi cennetten çıkaran, babanızın hatasından başka ne idi ki? Ben bu işin ehli değilim. Siz, Allah’ın dostu olan oğlum İbrahim’e gidiniz. Bunun üzerine İbrahim’e giderler, o da:
- Ben bu işin ehli değilim. Ben geriden geriye, uzaktan halîl idim. Siz, Allah Teâlâ’nın kendisiyle konuştuğu Mûsâ’ya gidiniz der. Onlar Mûsâ’ya giderler. Mûsâ kendilerine:
- Ben bu işin ehli değilim. Siz Allah’ın kelimesi ve ruhu olan İsâ’ya gidiniz, der. İsâ’ya geldiklerinde:
- Ben bu işin ehli değilim, diye karşılık verir. Bunun üzerine onlar, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e giderler. O da ayağa kalkar ve kendisine şefaat için izin verilir. Emanet ve sıla-i rahim (akrabalık bağı) gönderilir ve bu ikisi sıratın sağ ve solunda dururlar… (Müslim, Îmân 329)
Arkadaşlar bakınız emanet ile sıla-i rahimin sırat köprüsünün iki yanına getirilmeleri, her ikisinin de dindeki ehemmiyetinin ve mevkiinin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. İşte emanet ve sıla-i rahim, Cenâb-ı Hakk’ın dilediği şekil ve suret içinde canlı birer varlık olarak sırat köprüsünde duracaklar, sırattan geçenlerden haklarını isteyeceklerdir.
Emanet dinin en önemli esaslarından biridir. Sıla-i rahim de dinimizin büyük önem verdiği bir ahlâk prensibidir. İşte bu iki amel sırattan geçmede bir ölçü olacaktır.
Akraba ve yakınlarla alâkayı devam ettirmek, onları koruyup gözetmek, ziyaret etmek, yani “sıla-i rahim”de bulunmak, dînimizin çok ehemmiyet verdiği esaslardan biridir. Öyle ki, akrabâyı ihmâl edip onlarla münâsebeti kesmek, pek çok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfte en ağır günahlardan biri olarak zikredilmektedir.
Hatta bir hadisinde Efendimiz (a.s) şöyle buyuruyor: “Akrabâsıyla ilgisini kesen kimse Cennetʼe giremez.” (Buhârî, Edeb, 11)
Diğer bir hususta şudur ki, Mümin, emin olan ve güvenilen insan demektir. Allah’a inanmakla ona güvenen ve böylece ebedi azaptan emin olan ve herkesin de kendisinden emin olduğu insan, mümindir. Mesela insanın akıp giden ömrü, kendisine bir emanettir. Akıl, kalp, dil gibi bütün bedenimiz, ailemiz, evlatlarımız, komşularımız, malımız-mülkümüz, bilgimiz, birikimimiz emanettir.
En yüce emanet ise iman ve yüce dinimiz İslam'dır. Nitekim dünya ve ahiret saadeti, iman ile elde edilir. Kullara düşen görev, bu emanetlere sahip çıkıp asla ihanet etmemektir. Bu da ancak salih amel ve güzel ahlakla bezenmiş bir hayatla mümkündür.
![](https://s2.save4k.ru/pic/5IDZRM5XNog/maxresdefault.jpg)