Sözlükte “sahip” anlamındaki zû ile “omurga, boğum” mânasına gelen fekār kelimelerinden oluşan zülfekār Hz. Ali’nin iki tarafı keskin, ortası yivli kılıcının adıdır. Kelime Türkçe’ye zülfikar şeklinde geçmiştir. Hz. Peygamber, Bedir Gazvesi’nde ele geçirilen ganimetleri savaşa katılanlar arasında taksim ederken uzunluğu yedi karış, eni bir karış olduğu belirtilen (Ya‘kūbî, II, 88) boğumlu bir kılıcı kendine ayırmıştı. Kabzasının ucu gümüşten, bağında bir halkası, ortasında da gümüşten bir süs topuzcuğu bulunan zülfikarın Merzûk es-Sakīl adlı bir kılıç ustası tarafından yapıldığı rivayet edilir. Zülfikarın Mekke’de Haccâcoğulları’ndan Münebbih b. Haccâc yahut Nebîh b. Haccâc’a ait olduğu zikredilmekle birlikte (Belâzürî, I, 144-145) genelde kabul edilen görüşe göre kılıç Bedir’de öldürülen Âs b. Münebbih’e aittir. Onu öldüren kişi bilinmediği için umumi ganimetler arasına dahil edilmiştir (a.g.e., I, 145, 294, 521). Kılıca zülfikar adı, büyük ihtimalle ele geçirildikten sonra yivli ve iki tarafının keskin oluşundan dolayı verilmiştir. Resûlullah zülfikarı Hz. Ali’ye verinceye kadar kendisi kullanmıştır (İbn Seyyidünnâs, II, 918).
Resûl-i Ekrem’in zülfikarı Hz. Ali’ye ne zaman hediye ettiği kesin olarak bilinmemekte, genellikle Uhud Gazvesi’nde verdiği kabul edilmekte ve bu sırada, “Lâ fetâ illâ Alî, lâ seyfe illâ zülfikār” (Ali’den başka yiğit, zülfikardan başka kılıç yoktur) diye nidâ edildiği ileri sürülmektedir. Bu hususta farklı görüşler de vardır. Meselâ Vâkıdî’nin naklettiği bir rivayete göre Resûlullah, 6 yılının Cemâziyelâhirinde (Ekim-Kasım 627) Zeyd b. Hârise kumandasındaki Hismâ seriyyesinde ele geçirilen esir ve ganimetlerle ilgili hüküm vermek üzere Hz. Ali’yi görevlendirmiş, Ali de Zeyd’in kendisine itaat edip etmeyeceği konusunda tereddüdünü bildirince Hz. Peygamber, kılıcını (zülfikar) ona kendisi tarafından görevlendirildiğine alâmet olmak üzere vermiştir (el-Meġāzî, II, 559). Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra Abbas b. Abdülmuttalib, Halife Ebû Bekir’e miras konusunda amcanın mı yoksa amcazadenin mi önce geldiğini sormuş, amcanın önce geldiği cevabını alınca bu defa Resûlullah’ın bineği düldül ile zırhı ve kılıcı zülfikarın niçin Ali’ye intikal ettiğini öğrenmek istemiş, Ebû Bekir de zülfikarı Ali’nin elinde gördüklerini ve kılıcı ondan almanın uygun bir davranış olmayacağını söyleyince Abbas bu isteğinden vazgeçmiştir (Belâzürî, I, 525).
Zülfikar Hz. Ali’den sonra Hasan ve Hüseyin’e, Hüseyin’den sonra Ali evlâdına intikal etmiştir. Muhammed b. Abdullah el-Mehdî (en-Nefsüzzekiyye), Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr’a karşı Medine’de isyan ettiğinde zülfikar onun elinde bulunuyordu. Savaş esnasında Abbâsî ordusundan atılan bir okla yaralanan Muhammed b. Abdullah öleceğini anlayınca zülfikarı kendisine 400 dinar borçlu olduğu tüccara vermek istemiş, Ebû Tâlib neslinden onunla karşılaşacak bir kişinin borcu ödeyip kılıcı geri alacaklarını söylemiştir. Ca‘fer b. Süleyman b. Ali, Yemen ve Medine valiliğine getirilince zülfikarı 400 dinar vererek almıştır. Kılıç daha sonra Abbâsî Halifesi Mehdî-Billâh tarafından satın alınmış, ardından Halife Hâdî-İlelhakk’a ve Hârûnürreşîd’e intikal etmiştir. Şair Asmaî, Tûs’ta bulunduğu sırada Hârûnürreşîd’i zülfikarı kuşanmış olarak gördüğünü belirtir. Asmaî, Hârûnürreşîd’in zülfikarı kendisine gösterebileceğini söylediğini, onun izniyle zülfikarı eline alıp kınından sıyırdığını ve on sekiz boğumlu olduğunu kaydeder. Hârûnürreşîd’in daha sonra zülfikarı kumandanlarından Yezîd b. Mezyed’e hediye ettiği rivayet edilir. Buhtürî’nin divanındaki şiirlerden zülfikarın Abbâsîler’den Mu‘tez-Billâh’ın eline geçtiği anlaşılmaktadır (Dîvân, II, 239). IV. (X.) yüzyılda Muktedir-Billâh’ın elinde bulunduğu bilinen zülfikarın daha sonra kime intikal ettiğine dair yeterli bilgi yoktur. Bazı tarihçiler, kılıcın kısa bir süre Fâtımîler’e geçtikten sonra tekrar Abbâsîler’e intikal ettiğini ileri sürerler. Rivayete göre Ya‘kūb b. İshak et-Temîmî adlı bir Fâtımî kumandanı Abbâsî kuvvetlerince esir alınıp Bağdat’ta hapsedilmiş, on dört yıl hapis yattıktan sonra Abbâsî Halifesi Muktedir-Billâh’ın 320’de (932) öldürülmesi esnasında meydana gelen karışıklıklardan faydalanıp Mehdiye’ye kaçarken zülfikarı da beraberinde götürmüştür. Makrîzî zülfikarla birlikte Amr b. Ma‘dîkerib, Hz. Hüseyin, Hamza b. Abdülmuttalib, Ca‘fer es-Sâdık ve bazı Fâtımî halifelerinin kılıçlarını Mısır’daki hizânetü’s-silâhta gördüğünü, fakat bunların Fâtımî Halifesi Müstansır-Billâh’a karşı çıkan Hamdân ve Şâver oğulları gibi emîrler tarafından zaman içinde yağmalanıp paylaşıldığını belirtmektedir (el-Ḫıṭaṭ, II, 267-268). Hâkimiyet, güç ve iktidar sembolü olan kılıcı Resûl-i Ekrem’in Hz. Ali’ye hediye etmesi Şiîler tarafından metafizik ve mânevî bağlamda yorumlanarak Ali’nin zâhirî ve bâtınî mânada Peygamber’in tek ve hakiki vârisi olduğuna inanılmış
![](https://i.ytimg.com/vi/BiKx8SzaMsQ/mqdefault.jpg)